Wednesday, September 26, 2007

ağdacı kadın iktidarı

ağdacı kadınlar ve ağda yaptırmaya giden kadınlar arasında bir iktidar ilişkisi var. ağdacılar, bir yandan maharetli elleriyle ağdayı ve sizi ağda denilen bir nevi kadın dini ritüeline hazırlarken bir yandan da dilleriyle de ağda yaparlar. istediğiniz kadar okumuş olun, kariyer kadını olun vs vs ağdacı kadının karşısında her kadın eşittir, kıllı bir yumak. ağdacı diliyle sizin bütün kendinize olan güveninizi yerle bir eder. kıllı yerlerinize şöyle bir bakıp hemen de ve illa ki gördüğünü beğenmeyip şüpheci, yargılayıcı ve ciddi surat yaparak o meşum soruyu sorar, jilet mi vurdun sen bunlara? ve hayır inandırıcı bir cevap değildir hiçbir zaman. gider gelir aynı soruyu yinelerler iş sürerken, yok yok sen kesin jilet vurmuşsun. bir batık bulduğunda, suç mahallinde kanıt bulan cinayet masası dedektifi gibi yüzleri erince boğulur. akabinde ustaların yüzünde görülen çok zor bir iş ama yapacağız benden başkası da beceremez bakışı.

makineyle almak ya da tüy dökücü krem kulanmak da aynı şiddetten nasibini alır. jilet vurmak tammüden adam öldürmek ise makine ya da tüy dökücü krem öldürmeye teşebbüstür, aynı cezayı haketmişsinizdir. biteviye söylenir de söylenir ağdacı, kendi varlığını sürdürmesi gerekir elbet. siz kendi kendinize bu işi yapamayan bir beceriksizseniz eğer ona muhtaçsınız. her yerde kıllarınızı gören gözler var sanki, gerçekten yoksalar da yerleştirirsiniz ya da birileri yerleştirir: anneniz ablanız arkadaşlarınız diğer işbilir kadınlar. ağdacının eline bu vaziyette düştüyseniz ki başka şekile düşme imkanı var mı bilmiyorum, başınıza geleni çekeceksiniz. çünkü hattı zatında gayet savunmasız bir şekilde elinde silahlarıyla bez ve ağda bir amazonun karşısındasınızdır. ağdanın faydalarından başlar söylevine ağdacı kadın, kılları azalttığından, düzenli ağdanın batık yapmadığından. yüzyılların kadın kültü önünüze yığılıverir; temizlik, estetik, kendini erkeğe hazırlama, kadın olma yani kılsız olma erkin sembolü kıldan arınma.

şu batık konusuna gelince, ağda bitince cımbızla tek tek deriyi yararak çıkartılan ve çekilerek alınan kıllar. batık ağdacının ihmal edilmiş iktidarının isyancısıdır ve iktidarını sürdürebilmesinin koşulu, bir nevi öcü.

paket denen bir şey var, malum bölgedeki kılların topyekün imhası. kanuni mecburiyet sanki. bikini izi istiyorum dersin, pazarlık başlar, aaa öyle olur mu hiç, ayıp. sevgilin var mı? onun böyle mi hoşuna gidiyor? ayy çok çirkin, nasıl içi alıyor adamın, şöyle tertemiz alsa ne var sanki? temiz burada anahtar kelime oluyor, en ufak bir hijyen derdiniz varsa siz de nerdeyse ağdacıyla işbirlikçi olacaksınız. biraz alır beğenmez, bu da yeni moda mı der. hadi biraz daha biraz daha derken bakarsın kuşa dönmüşsün ya da son mohikana, savaşa gidiyorsun sanki.

ağdacıyla paylaşılacak tek ortak payda vardır. bir sonuca varmayan kendini tekrar eden kadınların şikayet etme ama düzeni sürdürmeye devam etme dürtüleriyle ve sessizce nihayetlenen kadın olmak ne zor konusu. biz kendimizi onlar için hazırlıyoruz da onlar kendilerine bakıyorlar mı sorusu. bütün o kıllı, göbekli, kel, ter kokan karısının yanına böyle yanaşan erkek yığını. her yaştan, eğitimden kadın böyle sunulduğunda erkeklerin kendilerine aynı derecede özen göstermedikleri konusunda hemfikirdir de bu kadın kültü, bu kadını erkinden arındırma geleneği böylece sürer gider. kıllarınızı gören gözler de sizi ve kıllarınızın durumunu izlemeye devam ederler.

Tuesday, September 25, 2007

feyzbuka kafam bozuk

Bir gün herkesin bir face book üyeliği olacak.
Allah beni ısırdılar, happy hour daveti aldım, aaa oktober fest, beni bir fotoğrafta tag etmişler hmmm derken face booka üye arkadaşlarımla oluşturduğumuz bir jargon da oluştu mini mini.
Aslında daha önceden buna benzer bir deneyimi sosyomatta yaşamıştım, yani bir süre eğlenirken. Çiftleşmeye gelmiş kütlelerin arasında söz uçar yazı baki kalır deyu kendimi avutmuşum yazan arkadaşlarla eğlenirken, bir gün internete inanmıyorum ama bir güç var misali yazılarım bir anda uç-urul-ana kadar. Herkes de bunun alimi, uzmanı sanki, aaa kopyasını almadın mı cık cık. Burada yazmak suya yazmak gibi, biri bir gün gelip o suyu karıştırabilir, bulandırabilir. Elinizden de bir şey gelmez, Big Brother çoktan hükmü vermiş, devir onların devri, yaşasın sanal diktalar.
Artık diş çıkaran her çocuk şunu sorgulayabilir sanıyorum, facebook mu alsam my space mi? Ya da hepsi birden, hiçbir şeyi kaçırmamalı insan değil mi?
Facebook şu anda my space'i sollamış durumda. Değeri 16 milyar dolar, Microsoft'un Facebook'u alacağı söyleniyor. Demek ki değeri daha da katlanacak. Biz eğlenirken birileri de fena halde nemalanıyor, yaşasın kapitalizm ve eğlencelikleri.
Bazı beyin göçü edip dönüp herşeyi ben belletirim diyen yeni dönem Türk aydınları facebook'u inanç turizmine benzetseler de bütün bu eğlenceli yanlarına rağmen tamamiyle tüketme üzerine kurulu, adı sosyalleşme ağı. Ha, uzun süredir haber almadığınız, aynı şehirde ya da aynı ülkede bile bulunmadığınız ne kadar seçilmiş insan varsa bulup seviniyorsunuz ama bu yanlızlaşmanızı gidermiyor. Orada da bir kimliğiniz var, sınırılı sayıda "public" ile paylaştığınız. Ha tabi İngilizce bilmeniz gerekiyor. Bu da sizi direkt diğer insanlardan ayırıyor.
Ben tekniğinden anlamam, ama bazı uygulamaların asıl geliştiren ekipten farklı insanların yapıyor oluşu, bu kadar çeşit çeşit, farklı uygulamalar (application) göz almaca, gönül çalmaca yapıyor facebook'a galiba. Sistem hep aynı işliyor aynı anda bir çok kişiye davetiye gönderiyorsun, neymiş bu diye baktığın application denen şeyi, virüs gibi dağıtıyorsun .
Facebook şehir insan evladının merak, hırs, tüketim ve statü dertlerinden beslenen sanal bir oyuncak. Ve insanın çok vaktini alıyor. İlk başlarda bağımlılık yaratan bir etkisi var. Teknik sorunları çok. Ama en önemlisi, henüz bir big brother'a rastlamadım. Yaşasın kökleşmiş kapitalizmin liberal kolları.

Saturday, September 22, 2007

şüphe kurdu

şüphe kurdu girdi içime. içim içimi kemiriyor. ya öyleyse... ya böyleyse... bu gördüklerimin hepsi, kendim dahil, sokağın köşesinde güneşle oynayan kedi de dahil herşey izafi ise. nedense hiçbiri gerçek değil gibi geliyor; bütün bunlar bir kurmaca sanki... hayatımdaki insanlar,
(ta gözümün ve dahi ruhumun içine içine bakmayı göze alabilenler hariç. onları ayrıca değerlendirmem gerekiyor, orada işte bütün bunlara uymayan bir başka durum var.)
yaşadıklarım, olup biten herşey, ermeni yasa tasarısına karşı çıkan rice, tezkereye isyan eden barzani yanlıları, bushdan ve erdoğandan nefret edenler, kaç kişi olduklarını hesaplamaya çalışanlar, birbirlerini yiyen marksistler ve anarşistler, küresel ısınma karşıtları, kyotocular, gözlerine türk bayrağı çekip avatar yapanlar, off saymakla bitmez. birdenbire gelen bir telefon, karşıma birden bir bilinmezden çıkıp geliveren insanlar, neredeydiniz bunca zaman, neden şimdi bu an... üçüncü mevkide sebze yemeğini bitirmedim diye benden hesap soran adaşım kadın, beni rakı içmeye davet eden alemci taksi şöförü abi, izmirden gelip ofiste stresli bir anımda benden hesap makinesi istediği için haşladığım, daha sonra yeni doğan kız çocuklarının öldüğünü ve eşiyle bir daha aralarının hiç eskisi gibi olmadığını en yakın dostuna anlatır gibi anlatan adam. sanki bir rolleri var, kendi varoluşları dışında benle ilgili bir varolma nedenleri var, bir şey var anlaşılacak oynadıkları o kısacık skeçten. ya da ben ciddi bir paranoyağım ve sık sık işittiğim gibi fazla düşünüyorum.

Whorf Hipotezi adında göreci yaklaşımı savunan bir hipotez var özetle hülasası:
Kültürü, düşünceyi, kişilerin dünya görüşünü biçimlendiren, koşullandıran, yönetimi ve denetimi altında tutan, DİLİN YAPISIDIR.

Zamanında A.F.C. Wallace, Edward Sapir, Wilhelm von Humboldt gibi ağır abilerinde benzer görüşleri var (mesela Sapir şöyle demiş: "Kesin olan, "gerçek dünya"nın büyük ölçüde topluluğun bilinç-altı dil alışkanlıkları üstüne kurulu olmasıdır, öte yandan, toplumsal gerçekleri eşçizgide imleyecek ölçüde birbirine benzeyen iki dile yeryüzünün hiçbir yöresinde rastlanılmamıştır. Demek ki, değişik toplumların içinde yaşadıkları dünyalar, değişik etiketlerin yapıştırıldığı tek dünya değil, apayrı dünyalardır.") ancak kuramı geliştiren ve en büyük savunucusu olan Benjamin Lee Whorf şöyle diyor:

"Kendi dilimizi ve bununla bağlaşık mantık ve bilgi dizgesini olanaklı tek doğru dizge sanmak, evrenin sonsuzluğunda tek bir güneş dizgesi bulunduğuna inanmaktan farksızdır... Kişi, anadilinin örüntülerini, salt iletişim amacıyla değil, aynı zamanda Doğa'yı çözgülemekte, olay ve olguların bir bölümünü görmezden gelirken, dikkatini öteki kimi olay ve olgular üstünde yoğunlaştırmakta, akıl yürütmede, ve genel olarak bilinç dünyasının çatısını çatmakta kullanır... Düşüncenin oluşumu, dilden bağımsız bir süreç değildir. Düşünce, kullanılan dilin yapısıyla bağlaşıktır... Herbirimiz, çevremizi belirli bir biçimde gören ve yorumlayan bir kültür sözleşmesine tarafız. Bu sözleşme, aynı dili konuşanlar için geçerli olup, bu dilin örüntüleri halinde maddelenmiştir... Çağdaşımız Çinli yada Türk bilim adamlarının da gördüklerini Batılı bir bilim adamı gibi algılamakta oluşu, aynı dünya görüşünü bağımsız kaynaklardan yola çıkarak geliştirmiş olmalarından değil, Batı'nın dünya görüşü ve düşünce dizgelerini benimsemiş olmalarından kaynaklanıyor."

diyor... diyor... diyor...

ve benim kafam daha da karışıyor. ben şimdi yerel yönel mi düşünüyorum, türkçe mi türkiye mi beni böyle kılıyor? ya konuştuğum diğer diller, gördüğüm yerler, tanıdığım, arada içinde yaşadığım kültürler. şimdi ben ne oldum, yamalı bir bohça mı? ondan mı gaip düşünüyorum? hiçbiryere hiçbirşeye ilişemeyeceğimi ve yerleşemeyeceğimi düşünüyorum... benim gibilere ne deniyor, ucube mi, sistem hatası mı?

Wednesday, September 19, 2007

balıkları sevmek

kocaman gözlüler.
aniden büyüyüp o esrara beni de katıp kaybolacaklar sanki.
ıslak ve u-puslu bir bakış. dibini merak ederim var mıdır bir dibi? su gibidirler, içlerine girmeden derin mi sığ mı anlayamam.
elleri ayakları yoktur ve zamanları. ah herşeyi bilirler de dilleri lâldir. gözleri söyleşir de kimseye malum olmaz sanırlar. bulanmaları an işidir, çıkmaları bataklıktan bir ömür sürer.
elle tutulmazlar da, yakalamak, esir etmek de zalimin işidir.
bu kadar da yumuşak olunmaz ki, incitmekten korkarım, dokunmam eteğimde yüzsünler isterim. ille de sudan dışarı atarlar kendilerini, hadi gel de nefes al-dır.