Friday, July 13, 2007

emret komutanım

mizah yazarı değilim, ama olsaydım yani bugünün bir aziz nesini olsaydım, pkk'yla savaştığı için kahraman addedilen komutanlardan birinin sivil hayattaki hikayesini yazardım...

mesela kahramanımız şaşaalı bir dönemden sonra erkenden emekli olmuş olsun; ısrarla gelen iş tekliflerini artık daha fazla reddedemeyerek medya devlerine sahip grup şirketlerinden birine kapağı atsın ve en sonunda stratejik proje geliştirme adı altında bildiklerinin birilerini daha da zenginleştirmek için kullanıldığını anlasın ve iş dünyasına atılsın. ve tabi şaşaayla...

sonra rekabet etmekten yorulduğunu, askerlik hayatı boyunca rekabet ettiğini artık bunu istemediğini düşünsün; ve nerede var bir abuk subuk bir buluş bir mucize alet, bir sistem, bir insan peşine düşsün: suyla çalışan motorlar, sönmeyen mumlar, akıllı yastıklar ve benzeri. ve onların mucitleri, kendisini ve herkesi kandıracağını sanan, kapısında yatsın, ellerinde aynı ellerle yapılmış deli saçmasına benzeyen çizimlerle.

kahramanımız hesaptan kitaptan anlamasın ve anlayanı da çevresinde bulundurmasın ya da bulunanlar hesap kitap anlamıyormuş gibi hiçbirşeyden anlamıyormuş gibi yapsınlar. ve çevresindekiler yüzlerinde ya sırtlan gülüşleri ya da kuzu bön bakışları ile hep -muş gibi yapsınlar.

nereye gitse küçük boylu iç anadolu kurnazı kahramanımızı alkışlayanlar olsun, pohpohlasınlar onu şımartsınlar o da bunları takdir sansın, kendini bir şey, bir dev sansın. asker sesini kullansın saçmalarken ve aslında hiçbirzamana hiçbirşeyi söylemezken. sırf o olduğu için dinleyenler alkışlasınlar.

kadınlara havlasın ama ısırmasın. bir kadın gördüğünde gürbüz atatürk kaşlarını tükürüklediği parmağıyla düzene sokmaya çalışsın.

sigarayı içmesin, yesin. ağzında sigara, temel reis gibi sürekli duman çıkartsın. sık sık küfür etsin. ilgili ilgisiz herkese herşeyi sorsun.

ve daha bir sürü şey daha yapsın komik.

hikayede birinin fikrini çalsın bu, hatta kendisine inanacak mafya kılıklı tarikat bağlantılı acımasız ve ruh hastası yatırımcı bir ortak bulsun. fabrika falan kursunlar bu iki değişik ve birbirini tamamlayan deli modeli. eğer bu iş başarısızlığa uğrayacak olursa ondan yatırdıklarının kat be katını ve hatta kanını ve iliğini de söküp alacak olan bir adam olsun ortağı, bizim kahraman hangi topun ağzında olduğunu hiç anlamasın kendine her zamanki gibi boşgüvensin.

başlangıçta yabancılarla çalışırken eli ayağı titresin konuşurken sonra işler ve kendisi biraz açılınca çevrede tek tük birileri ya da kimse ingilizce bilmediğinden ferah ferah geğirir gibi konuşsun ingilizceyi ve tabii bağırarak... erkek kadın herkese merhaba sevgilim (helloooooo... my dear....) desin, yerli yersiz mutabık ve harika (agreed ve great) kullansın, halı satıcısından farksız ingilizcesiyle bir de hava atsın.

kimse ona inanmasın ama kimse de onu hiç bozmasın. emekli paşalarla çok gizli toplantılar yapsınlar sigara dumanından grileşmiş makam odasında.

faydacılar tilki gibi gezinsinler etrafında, havadan nasıl para kazanırımcılar kol gezsin çevresinde, siyasi hayatın simaları, dahiler, oturduğu yerden para kazanan akademisyenler, eski asker olup tüccar, sanayici, gizli mafya kabasakal, mavisakal herkes onun o küçük dükkanından geçsin. kış ortasında esmer tene beyaz gömlek yeni yataktan kalkmış kendilerini satış gurusu sayan futbol satan sefahat satan siyaset satan kendini satan herkes cumartesileri kıçını koklasın. bizimkisi de bunlarlan aşık attığını atabileceğini sansın. fransız sokağına gitmeyi havalı sansın.

devamı gelir bu hikayenin... bekleyin.

1 comment:

tranko buskas said...

elinize sağlık, pek leziz olmuş ama şiirlerinizi de görmek isteriz efenim... sevgiler, selamlar...